28 Aralık 2009 Pazartesi
Bir tek o..
9 Kasım 2009 Pazartesi
herşeyle başediyoruz, bir tek kendimiz dışında...
Sevmediğimiz ego ve sahip çıktığımız benlik, şişirdiğimiz ego ve bastırdığımız benlik, bunlar aslında aynı şeyler olmasınlar? O aradaki ince çizgi oyalıyor olmasın bizi? Gerçeklik arkamızı döndüğümüz yerde dansediyor, kulağımızı tıkadığımız anda söylüyor şarkısını...Biz yüz çevirdikçe ondan, açlık çeken ruhlar olarak tutunamıyoruz...Tutunduğumuz şeyler ne kadar sahteyse, o kadar donanıyoruz yapmacıklıkla, o kadar gürültü patırtı yapıyoruz...
Bana kalırsa insan bu ikilemden çok daha fazlasını hakediyor, göründüğünden çok daha yetenekli, kalbi sandığında çok daha geniş, çok daha üretken, çok daha samimi, çok daha yaratıcı, çok daha barışçı...Daha bütün birşey insan...Maddelerin tek boyutlu dünyasından daha uzak...Bu sıkıştırılmış hayat sisteminden, bu mecburiyet halinden çok daha uzak...Bu sahte özgürlük masallarından, uçağı uçmak sanmaktan, sadece otobanlara yol demekten çok daha uzak...
4 Eylül 2009 Cuma
Fikir Defteri
Bir defterim var. Okuduğum şeylerde gözlerimi parlatan ne varsa kesip alıp bu defterin bir köşesine iliştirdiğim...İşte onun önsözü...
11 Haziran 2009 Perşembe
Ah...
Ben bir nehir olsam...Aksam artık şu dağdan aşağı...Kendi yatağımda ama özgür...Bıraksam kendimi...Büyüse ağaçlar, sulansa tarlalar, oynasa balıklar, tazelense deniz, coşsa içim, coşsa...
18 Mayıs 2009 Pazartesi
Leylak Ağacının Yolculuğu
Şimdi ne o ev ne de o bahçeden geriye birşey kalmadı, anılarımız, kokular ve fotoğraflardan başka..En azından ben öyle sanıyordum. Ta ki...
Şans eseri, şimdi oturduğum apartmanın bahçesinde de bir leylak ağacımız var. Geçenlerde birkaç tutam kopardım çiçeklerinden, biraz çekinerek apartman sakinlerinden, "beni çiçekleri koparan biri sanmasınlar"... Nasıl anlatabilirdim ki, "leylak bu, kızmaz bize"...Sonra eve getirip, üstünde zürafaalar olan renkli bir bardağın içerisine koydum usulca çiçekleri. Bardağı da başucuma...Pazar günüydü, sokaklar sessiz, hava ısınmış, penceremden içeri giren harika güneş ve bütün pencerelerin açıklığı sebebiyle evin içindeki esinti. Leylak bütün kokusuyla burnumdan kalbime sızarken, güneş de olanca ışığıyla çocukluğumu kafamın içindeki bir perdeye yansıtıyordu adeta...Tadını çıkardım bu tanıdık filmin. Seyrettim doya doya...Bununla da bitmedi armağanlar...Sonra anneanemlerin o evden yıllar önce ayrılıp taşındıkları eve gittim, ziyarete...O zamanlar çok üzülmüştüm, neden bu güzelim bahçe bırakılır da, bu sağı solu çamur içinde inşası hiç bitmeyecekmiş gibi görünen siteye gelinir diye. Onlar oraya taşınınca ben de annemlerin yanına taşındım. Bir bahçeyi kaybetmiştim ama bunda bir hayır vardı, hayat artık bana çiçekleri içime dikmemi öğretiyordu, kokuları içimde duymayı...
Şimdi görseniz, benim o zamanlar beğenmediğim sitenin bir koruluğu var resmen...Türlü türlü, dev gibi ağaçlarla kaplı. Bir de leylak ağacı var aralarında...İşte balkonda, gözlerim dolu dolu anlatırken anneanneme "leylağımızı özledim, bu sabah bir tanesinden biraz çiçek kopardım" diye, gözleri parladı. Meğer o bizim çiçek bahçesinin biricik leylak ağacından bir kökmüş, getirmişler taşınırken, dikmişler o zamanlar balçık olan bu koruluğa...Dahası benim minik leylak ağacım da, anneannemin çocukluğunda Erzurum'dan kalkıp geldiği evin bahçesindeki başka bir leylak ağacının kökündenmiş...
Şimdi biz anneanne torun, bahçede leylak ağacı torun...İkimizin de gözünün önünde çocukluğu, aralarında 60 yıl...Gözlerimiz ışıl ışıl, kalplerimiz bir...Hayat ne güzel...
7 Mayıs 2009 Perşembe
Büyümüştüm...
6 Nisan 2009 Pazartesi
Yeni Hayat-Bölüm 1
Alışverişi bitir, ellerin ne güne duruyor, kendin yap, eskisi gibi
Dil kitaplarının izini sür
Hafifle
Telefon kartı al, telefon kulübelerinin yerini öğren
Çimlendir
Spor yap, biriktirdiklerin aksın gitsin sen terledikçe
Az konuş, çok seyret
Kimyasallardan uzak dur, alternatiflerini bul, aşırıya kaçma
İşte gerekenleri yap, iş dışında özgürsün
Susayınca su iç
Az harca, az biraz biriktir
Bankalardan olabildiğince uzak dur
Mutlu olmadığın yerde durma
Git demekten korkma
Kal demekten de
Gel demekten kork, iki kere düşün
Sevilmediğin yerde de mutlu ol
Ayaklarını sev
Sabahları güneşe selam ver, güneş hep orada göstermese de kendini
Duş alma, banyo yap, taslı lifli kovalı, türk hamamı gibi oturarak
Sevdiklerinin ev adreslerini edin, kartlar yap gönder, mektuplar bir de
Mandolinini ihmal etme, o da seni etmesin, whistle'ı da
Zeytinyağı ye
İtme de çekme de, bırak kendi menzilinde dönsün dünya
Olduğun ol, olduğunu sev, olanları bir de, olacaklardan ziyade
Hayaller kur, sonra unut, unut ki planlara dönüşmesinler, unuttukça yenilerini kurabilesin
Ağustos 2008
Kırpık ve ölüm
13 mart
artık Kırpık'ın olmadığını öğreniyorum. sırılsıklam yağmur yağıyor... nereye gömdüler bilmiyorum ama susamıştır Kırpık...iyi ki yağmur yağıyor. yaşam/ölüm/yaşam... bu döngü hiç durmuyor. iyi ki yağmur yağıyor, hayat böylece Kırpık için ve henüz toprağa girmiş herşey, herkes için yeniden tertemiz, ıpıslak başlıyor.
adına dört yıl dediğimiz onca zamandan sonra, ölüm bir anda oluyor. bunu kabul etmek çok zor, oysa belki de o sıradan hayatlarımızdaki en ve hatta tek gerçek şey ölüm...
o kendinden büyük sarı-yeşil-siyah gözlerin, o topak topak tüylerin, musluktan su içmelerin, o kendine has dilin, her derdini dile getirişin, konuşuşun yani, o kapalı kapılara karşı tahammülsüzlüğün, kuşlar karşısındaki çaresizliğin, o katıksız saflığın, o güzel yüzün...bunların hiçbiri yok artık..bol yağmur, bol gözyaşı, bir mama kabı, büyük bir hasret, bir iç sızlaması, bir eksiklik, bir sürü acaba, bir sürü keşke ve eninde sonunda düpedüz bir ölüm var elimizde...
iyi ki yağmur yağıyor...sevgim gökyüzünden saçlarıma, saçlarımdan ayaklarıma, ayaklarımdan toprağa ve sonunda onun altındakilere sızıyor...baharda köklere tutunup çiçek açacak sevgim...
kokular, bize yeraltından gelen selamlardır belki de...
to be free
set yourself on fire
the cost is this: a burned you
die and born again
break the cycle with the hand of death
born again...
born again...
into the purple world under the red moon
than, the sun will rise to make you shine
like new-borned flowers...
now, just breath....
(a sunday evening in the 21st century)