28 Aralık 2009 Pazartesi

Bir tek o..


Nasıl desem, iyi hissediyorum kendimi, tepemde yılın son dolunayına doğru kıvranıp duran aya rağmen. Yıllık iznimi almak için yılın bu son günlerini seçmekle ne iyi etmişim meğer... Tam iki yıldır çalışıyorum ve tam bir yıldır bu bana çok zor geliyor. Yok, tembel biri değilim. Çalışmayı çok severim ama bir manası varsa... Şimdi haftamın 40 saatini alan ve çoğunlukla yolculuk yapmak zorunda olduğumdan, beni sakinleştiren küçücük ev alışkanlıklarımı da benden alan, otel odalarında yaşamak zorunda olduğum bir dönemdeyim. Anadolu'yu geziyorum.. Güzel duyuluyor değil mi? Oysa ha siz bilgisayarınızın başında oturmuş, Anadolu başlıklı bir fotoğraf albümüne bakıyorsunuz ha ben arabanın içinde karşımda çizmek zorunda olduğum yollar, pencereden dışarı bakıyorum zaman zaman... Kış...Otomobil...Bilgisayar...Ama ben şimdi güzelliklerden bahsedeceğim... Çünkü benim de işime geliyor şikayet etmek ve içini boşaltmak yaşadıklarımın...Yapıyorum da bunu zaman zaman, son zamanlarda sıkça...Ama o hal, kendi yolunda akan bir nehre karşı yüzme hali, kendimizi hayatta birtek karşı olarak, karşı mücadeleyle varedebileceğimizi sanma hali...Onun ağına düşmemeye çalışacağım... Çünkü değişim isteyen, önce kabul etmelidir varolanı... Kötünün içinde güzellik göremeyen, cennette görmüş güzelliği, ne işe yarar? Evet, bütün çiçekler güzeldir, peki ya çamur, o değil midir? İşte benim çamurum...


Açarsın pencereleri, koklamak için tam tepende dolaşan atmacanın kokusunu...Karşında bi tavşan birden yolun öte tarafına zıplayarak koşuverir... Bir çift kurt, abartmayayım hadi, belki de tilki gözü, bir saniye içinde görünür kaybolur... Her tarlada bir ağaç vardır... Yüzlerce kez görürsün bunu ve birgün anlarsın, tarlada çalışanın yorulduğunda gölgesinde oturması içindir o tek ağaç...Bunu kitaplar değil, hayat öğretir...Hiç o kadar büyük kuş yuvası görmemişsindir şimdiye kadar...Gördüklerinin yanında sanki bir şatodur bu seferki...Şöyle Y şeklinde iki ağaç dalı, çakılmıştır evin duvarına, peh, ikea'nın bile aklına gelmez, Y şeklindeki ağaç dalından askı yapmak...Camii inşaatı için kesilmiş kavak ağaçlarının kabuklarını soyan çocuklara seslenirsin..."Heey, bana bir parça kabuk versenize", bayılırım da ben çocukluğumdan beri o kabukları hem soymaya hem koklamaya...Sonra şoför bir türlü anlam veremez, arabayı durdurup durdurup, herkese ne iş için köylerinin orta yerinde, paldır küldür, daha doğru bir ifadeyle destursuzca dolanıp durduğumuzu anlatmama... Hepsi de istisnasız evine Allah ne verdiyse ikrama çağırır, her seferinde istisnasız kabul etmek ister gönlüm...Sohbet olacaktır, kalpler arınacak, güzelleşecektir hayat her iki taraf için de...


"Mesaideyiz teyzecim, amcacım, Allah razı olsun, kimbilir belki başka bir zaman, kusura bakmayın, böyle haldır huldur dolanıyoruz sokaklarınızda, köyün haritasını çizeceğiz"...


"Münasip evladım, hayırlı yolculuklar, Allah zihin açıklığı versin..."


Belki bir dakika sürer bu muhabbet ama etkisi bin yıllar...Muhabbet diyorum buna çünkü, bence dillerin en zekilerindendir Arapça...Bir muhabbet sözcüğü, içinde sevmeyi, sevgiliyi, dostu barındırır...Sevmeyi öğrenirsin, dostça elini uzatan teyzemin, amcamın kırış kırış gözlerinde...Çocukları hep göçmüş, iki başlarına kalmış, hatta bazen tek; kış nedir, kar nedir, çamur nedir, çiçek nedir, karanlık nedir, güneş nedir, doğum nedir, ölüm nedir bilen, kabul eden bu insanlarla kıyısından temas etmiş olabilmek hayatın bana bir hediyesidir...Ve ben aslında şikayet ediyor olsam da halimden, ne olur toyluğuma ver hayat, ve özürlerimi ve teşekkürlerimi kabul et...Biliyorum bu 40 saatle beraber konforumu alıyor gibi görünsen de, ve küçük beynim karşılığını alamamak gibi türlü safsatalarla kendini oyalasa da, hayat her zaman dengededir... ve nasıl derler, "bizim hayır bildiğimiz şer, şer bildiğimiz hayırdır.." Şimdi bu yeni yıl aslında amiyane bir tabirle çakma da olsa, dünyada milyonlarca kişinin dileklerini dilediği bir zaman dilimi olması sebebiyle, -ki dilek dilemenin zamanı yoktur ve hatta dili de- ben de kendimce diliyorum dileğimi...
Ey hayat, ne olur beni sezgilerimden ayırma, çünkü bir tek onlar seni olduğun gibi algılamama, bir tek onlar binyıllardır bize miras kalmış kutsal bilgiyle bir anda da olsa temas etmeme olanak sağlıyor... Bir tek onlar, şu yaşadığımız hayatı sınırlarından, ileri ya da geri saymalardan, görüneni gerçekle bir saymaktan, sevmeyi altın bir halkanın içine sığıştırmaktan, sevişmeyi bir bakıştan ayrı sanmaktan,... arındıracaktır...Yani demem o ki, tüm bunların bir manası var, biliyorum...Seziyorum...