11 Haziran 2009 Perşembe

Ah...

Nemli pamuklarla sarmalanmış, kabuğuna sığamayan bir buğday tanesiyim şimdi..."Gitmeden gelemezsin" diyor içimdeki ses.. Günlerdir çınlıyor kulaklarımda..."Gitmedeeen gelemeezsiiinn"..Öyle bir gitmek ki tam anlamıyla gerçek. Kaçmadan, acele etmeden, kaygısızca, sakin, sabırlı, sahici...Nasıl tutunamıyorsam burada sahte olan hiçbirşeye, yola da tutunamam ki sahte olursa...Tatil değil, gezi değil, keşfetmek için değil, kaçmak için değil, kovalanmak, özlenmek için değil, değişmek için değil, birgün geri dönmek için değil...Bir nehir gibi, kendi yatağında, akışına direnmeden, zorlamadan, tüm varoluşunla, bazen azalarak, bazen taşarak gitmek istiyorum. Bu devinimsiz su birikintisi, çürütüyor içimi, ağırlaştırıyor ruhumu...Hareket etsin diye içime attığım bu çakıl taşları, önce değiyor, ürpertiyor, birbirinden muntazam içiçe geçmiş daireler çiziyor üstümde, içimden geçiyor ağırlığınca ve usulca çöküyor dibe...O yine çakıl taşı, ben yine ben, hem daha dolu taşlarla, kendimden daha eksik, daha ağır...Oysa bir nehir akar ve çakıl taşları biçim değiştirir bu akışla, geride kalır...Nehir hep hafiftir. Çarpar koca kayalara, acımaz bir yeri...Yolundadır, bakmaz geriye. Bir kökü vardır nehrin ve bir sonu... Tüm o coşku o son içindir. Güneşe karışır, yağmura karışır ve sonunda da tuza; küçücük nehir bir okyanusa hayat verir yok olarak...Bu sondan korkmaz, tutmaz kendini, geri de gitmez. Razıdır ve rıza onun varoluşunun bir parçasıdır, ona verilmiş en büyük armağan..

Ben bir nehir olsam...Aksam artık şu dağdan aşağı...Kendi yatağımda ama özgür...Bıraksam kendimi...Büyüse ağaçlar, sulansa tarlalar, oynasa balıklar, tazelense deniz, coşsa içim, coşsa...